Karşınızdakini nasıl tanımlarsınız? Aile içinden ya da dışından kadın ya da erkek tanıdıklarınızı, bazen neredeyse ben onun kitabını yazarım diyebildiğiniz insanları nasıl tarif edersiniz?

Nedir insanı gerçek anlamda kendisi yapan? Akademik bir altyapı, araştırma olmadan böylesi sorulara cevap arar cümleler kurmak belki azıcık haddi aşmak. Ama hangimiz aşmıyoruz ki?

Kazanımları mı, kaybettikleri mi? Tercih ettikleri mi, etmedikleri mi? Uyabildiği kurallar toplamı mı, yoksa hatalarının toplamı mı tarif eder bir insanı? Hangisidir aslında kişi… Olduğu yerdeki mi, olmak istediği yerdeki mi? Vazgeçebildikleri oranında mı daha fazla kendisidir bir insan yoksa vazgeçemedikleri mi belirler aslında kim olduğunu?

Hiç kimseyi, hatta kendinizi bile yüzde yüz tanıdığınızı, bildiğinizi iddia edemezsiniz bana göre. Değişkenleri hesaba katmadan sınırları belirlemek çok zor. Bırakın başkalarını, yeterince sınanmadan hangi sınırlara kadar varıp, hangi sınırlardan geri dönebileceğimizi bile yaşamadan bilemeyiz değil mi?

Kaçımız ruhsal evrelerin, hatta şu çıldırmış zaman diliminde bir ruh taşıdığının farkında? Bedensel isteklerin, ihtiyaçların, zevklerin girdabında kaybolan insanoğlunun ruhu hesaba katmadan kendisi olabilmesi mümkün mü?

Değil elbette. İşte bu yüzden vazgeçebildikleri tanımlar insanı. Elini uzatıp alabilecekken durup, almadıkları aslında kişinin durduğu yeri gösteren. Tuttuğu ruhsal oruçların uzunluğu belirler en çokta, kaç beden bir yürek taşıdığını.

Hamdım, piştim, yandım demiş ya, Mevlana Celalettin kendisini tarif ederken bizlere, olgunlaşma acı ve ağır bir sınav olsa gerek. Ancak gönüllü olanların yakabileceği, taşıyabileceği ve kendisi yanarken yanı başındakileri aydınlatabileceği bir ateş misali…

19/01/2013

Önceki Yazı                                         Sonraki Yazı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir